İyilik yapmak, insanın ruhunu besleyen en yüce eylemlerden biridir. Ancak, her şeyde olduğu gibi, iyiliğin de bir sınırı, bir dengesi vardır. Hayatımız boyunca, en yakınlarımızdan en uzak tanıdıklarımıza kadar birçok kişiye iyilik yapmak isteyebiliriz. Fakat bu iyilikler, karşılık bulmadığında ya da yanlış değerlendirildiğinde, bizi hayal kırıklıklarıyla dolu bir denizde savrulmaya mahkum edebilir. İyilikle zarar görmek, en beklenmedik anda karşımıza çıkabilir; bu yüzden, tıpkı fırtınalı bir denizde rotayı korumak gibi, iyilikte de sınırları bilmek gerekir.

Hayatta fazla iyimser ve fazla iyi olmamak gerektiği, birçok kişi için zamanla öğrenilen acı bir gerçektir. “İyilikten maraz doğar” sözü, bu durumu anlatmak için söylenmiş derin bir ifadedir. Çünkü iyilik, eğer ölçüsü kaçırılırsa, insanın karşısına beklenmedik şekilde kötü olarak geri dönebilir. İyilik yapmanın ve karşılığını görmenin güzelliği elbette tartışılmaz, ancak her şeyde olduğu gibi, bu konuda da bir denge kurulmalıdır. Hayatın dengesi bozulduğunda nasıl düzen sarsılırsa, ilişkilerde de iyilik ölçüsüz olduğunda bu, kişiyi yıpratan sonuçlar doğurabilir. Bu durum, hayatımızdaki herkes için geçerlidir. Yalnızca uzak tanıdıklarımız değil, en yakınımızdaki insanlar için bile aynı dengeyi gözetmek zorundayız. Kanımız, canımız dediğimiz kişiler bile bazen düşündüğümüz kadar yakın olmayabilir. Biz onlara iyilikle yaklaşırken, onların bize karşı beslediği duygular farklı olabilir.

Zamanla bu fark, en acı verici biçimde ortaya çıkar. Özellikle son yıllarda, aile bağlarının zayıfladığına dair gözlemler bu durumun somut örneklerinden biridir. Aile, hayatımızda güvenli bir liman olarak görülür, ancak gerçekte bu her zaman böyle olmayabilir. Tıpkı bir fırtınada limana sığınan bir geminin, limandaki dalgaların şiddetinden korunamaması gibi, insan da en güvendiği ailesi ya da en yakın çevresi tarafından yaralanabilir. Bir kişi yıllarca ailesi için her türlü fedakarlığı yaparken, onların vefasızlığıyla karşılaşabilir. Örneğin, bir anne babaya yıllarca maddi ve manevi destek olan bir evlat, ihtiyaç duyduğunda onların ilgisizliğiyle yüzleşebilir. Bu durum, kişinin yaptığı iyiliklerin karşılıksız kalmasının en büyük örneklerinden biridir. Zamanla bu hayal kırıklıkları, kişinin çevresine olan güvenini sarsar ve o güvenli liman dediği aile, onun için fırtınaların kopma noktası haline gelir.

Aynı durum iş hayatında da geçerlidir. Bir çalışan, iş arkadaşlarına ya da yöneticilerine sürekli yardım eder, iyilik yapar, fazladan işler üstlenir. İlk başta bu tutum, kişinin işyerinde takdir edilmesine ve güven kazanmasına neden olabilir. Ancak bu iyiliklerin sınırı aşıldığında, çevresindekiler onun bu fedakarlıklarını bir zorunluluk olarak görmeye başlar. İş yükü sürekli artar, ama bu artışa paralel olarak ne takdir görür ne de karşılığını alır. Zamanla bu kişi, enerjisini tükenmiş hisseder. Yaptığı iyiliklerin ne değeri kalır ne de iş yerindeki pozisyonu sağlamlaşır. İşte bu da, iyiliğin dengesinin bozulduğu bir başka örnektir. Hayatın her alanında olduğu gibi, iş hayatında da iyilik ve fedakarlık, ancak karşılıklı olduğunda değer kazanır. Aksi takdirde, kişinin kendini yıpratmasına neden olur.

Arkadaşlık ilişkilerinde de bu dengesizlik sıkça karşımıza çıkar. Yıllarca dostça ilişkiler yürüttüğümüz, her sıkıntısında yanında olduğumuz bir arkadaş, gün gelir bize sırtını döner. Ona iyilikle yaklaştığımız her durumda, zamanla karşılık beklemesek bile, en azından aynı samimiyeti görmek isteriz. Fakat iyilik yaptıkça, karşımızdaki kişi bu durumu bir alışkanlık haline getirir. Artık bizim fedakarlıklarımız onun için bir zorunluluk gibi görünmeye başlar. İşte bu noktada, iyiliğin sınırsız yapılmasının zararlı olduğunu anlarız. Dostluk ilişkileri de tıpkı bir gemi gibi, iki tarafın da rotasını düzgün çizmesi gereken bir yoldur. Eğer sadece bir taraf sürekli yelken açarsa, gemi en sonunda kontrolden çıkar. Karşılıklı iyilik ve saygı olmadan, arkadaşlık ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürülemez.

Bu noktada, iyilik yaparken dahi kendimize bir sınır koymamız gerektiği gerçeğiyle yüzleşiriz. İyiliğin ölçüsü kaçtığında, insan en yakınındaki kişilerden bile zarar görebilir. Limanlar her zaman güvenli olmayabilir. Bir fırtına çıktığında, limana sığınan gemi dahi dalgaların gücüyle savrulabilir. Aynı şekilde, bizim için güvenli olduğunu düşündüğümüz ailemiz ya da en yakın çevremiz, bir gün hayal kırıklıklarıyla dolu bir fırtınaya dönüşebilir. Bu yüzden iyilik yaparken bile bir sınır koymak, hayatın dengesi için şarttır. Tıpkı dalgalarla boğuşan bir denizci gibi, hayatımızda da karşılaştığımız zorlukları iyilikle çözmeye çalışırken, kendimizi koruma altına almayı unutmamalıyız. Her şeyde olduğu gibi, iyilikte de ölçülü olmak ve kendimize zarar vermeyecek şekilde hareket etmek, insan ilişkilerindeki en büyük sınavlardan biridir.

Sonuç olarak, iyilik yapmanın büyüleyici güzelliğini korumak için onun dozunu ayarlamayı öğrenmeliyiz. Fazla iyilik, bizi hayal kırıklıklarına ve duygusal olarak yıpranmaya sürüklerken, ölçülü iyilik hem bize hem de çevremizdekilere fayda sağlar. Bu dengeyi kurabilmek, hayatın zorlukları karşısında dik durabilmenin anahtarıdır. Hayat, insanı sürekli test eder; iyilik yaparken bile ne kadar fedakar olduğumuzu değil, ne kadar dengeli ve bilinçli davrandığımızı gösterir.

Hayatın dalgalı denizlerinde, iyiliğin limanı ne kadar güvenli görünse de, bazen en beklenmedik anlarda o liman, bizi yaralayan bir fırtınaya dönüşebilir. Bu yüzden, iyiliğin de bir dengesi olmalı; ne çok fazla verip kendimizi tüketmeli ne de tamamen geri çekilip ruhumuzu kurutmalıyız. İyiliğin ölçüsünü kaçırdığımızda, hayat bizi sert bir şekilde sınar. Ancak, bilinçli ve dengeli bir iyilik, hem bizi korur hem de çevremize gerçekten fayda sağlar. Hayatın en büyük öğretisi belki de budur: Ne zaman duracağını ve ne kadar vereceğini bilmek, insanın kendine yapabileceği en büyük iyiliktir.