Hayat, bize zamanla çok şey öğretiyor. Her an bir koşturma, her an bir hedef. Ama en büyük derslerden biri, kimin yanında ne kadar kalacağına ve neye ne kadar değer vereceğine dair farkındalık kazanmak. Gün geliyor, her şey geçiyor. Yanımızdakiler, malımız, mülkümüz, hatta en derin acılar bile. Önemli olan, yaşadığımız bu kısa hayatta neleri yanımıza alıp neleri geride bırakacağımız. Kimseyle çok bağ kurmadan, kalp kırmadan, sevdiklerimize sarılmak, en güzel anları biriktirmek esas mesele.

Hayatta kimseye çok bağlanmamak gerektiğini öğrendim. Vakti geldiğinde herkes gidecek, kimse kalıcı değil. Yanımızda olanların kıymetini bilmek lazım; çünkü gün gelecek herkes geldiği yere dönecek. Hayat kısa, kırılan bir kalbin tamiri ise zor. Gereksiz kavgalarla vakit harcamak, geçmişi tekrar yaşamak mümkün olmadığında daha da anlam kazanıyor.

Paranın hayatın merkezine konulmaması gerektiğini öğrendim. Çünkü onur, parayla ölçülemez. Tutumlu olmak elbette iyi bir şey ama cimriliğe dönüştüğünde, o parayı paylaşacak dostlar da etrafında olmaz. Malın mülkün ardında koşarken hayatı kaçırmamak lazım; çünkü senin sahip oldukların senden sonra bir başkasına kalacak. Öyleyse neden bu kadar çok malın mülkün derdine düşelim ki?

Hayatın anlamı, sadece malda mülkte değil, kalbin derinliklerinde. En azından bir kere deli gibi âşık olmak gerekir. Yoksa insan sevmeyi nasıl öğrenir ki? Giden birinin ardından dökülen gözyaşları, insanı acıyla olgunlaştırır. Ağlamayan gözler, kaybetmenin ne demek olduğunu asla bilemez. Güzel anılar biriktirmek, hayatın anlamıdır. Bir gün geriye baktığında anlatacak güzel hikayelerin olmalı. O anıları geleceğe taşımak için bol bol fotoğraf çekmeli, yaşanan günlerin hatırasını kalıcı kılmalısın.

İnsanın acı çekmesi gerektiğini de öğrendim. Çünkü acı, insanı başkalarının halini anlamaya, yardıma muhtaç olanların duygularını paylaşmaya yöneltir. Hayat bazen suratına okkalı bir tokat vurur; bu tokat, sana haddini hatırlatır. Önemli olan, o anlarda bile dimdik durmayı bilmektir. Çünkü birileri mutlaka seni itekler, düşmeni bekler. İşte tam o anlarda dik durmayı öğrenmelisin.

Bir inanca sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Hayatın boşluğunu dolduracak tek şey, kalbinle sarıldığın inançtır. İster Tanrı, ister evren, isterse felsefe olsun; o inanç seni en kötü günlerinde bile ayakta tutar. Ruhunun derinliklerinde bir yere tutunmak hayatın amansız dalgalarına karşı direnmek için gereklidir.

En önemlisi ise insan olduğunu unutmamak. Bu dünya yalnızca bizim değil. Hayvanların, bitkilerin, denizlerin, havanın da yaşam hakkı var. Onları kucaklamalı, şefkatle yaklaşmalıyız. Gün gelecek, o doğa bize can verecek. Sevmek, korumak, yaşatmak; işte bu dünyaya kattığımız anlamdır.

Kalp... Asıl mesele kalbi sevmeyi öğretmek. Eğer ona bunu öğretemezsen, evren seni unutacak, hayat üstüne koca bir çarpı koyup geçecek. Ama kalbin sevmeyi öğrenirse, o zaman evrenin ritmiyle bir olursun. Ve işte o zaman, gerçek anlamda yaşamış olursun.

Her şeyden önce insan kalmayı öğrenmek, kendini ve çevreni anlamak, insan olmanın gerekliliğidir.

Hayat kısa, kimse sonsuza dek kalmayacak. Bu yüzden, dostlukları kıymet bilmeli, mal-mülk peşinde koşarken hayatı kaçırmamalıyız. Asıl önemli olan, sevgiyle dolu bir kalp, anlamlı anılar ve doğayla, insanlarla uyum içinde bir yaşam sürmek. En sonunda, insanın arkasında bıraktığı tek şey; paylaştığı sevgi ve bıraktığı güzel izler olacak. Çünkü dünya sadece bizim değil, gelecek nesillerin de yaşam alanı.