Zaman, durmadan akan bir nehir gibi hayatımızın içinden geçip gidiyor. Eskiden insanların birbirine olan bağlılığı, komşuluk ilişkileri ve köy yaşamının sade güzellikleri, bugünün hızlı ve bireysel dünyasında adeta bir masal gibi kaldı. O günlerin sıcaklığı, paylaşımı, dayanışması yerini yalnızlaşmaya, maddiyata ve teknolojiye kaptırmış durumda. Her şeyin hızla değiştiği bu modern çağda, eski günlerin o samimi atmosferini hatırlamak bile içimizi ısıtıyor. Çünkü geçmiş, sadece anılardan ibaret değil; aynı zamanda bugün neyi kaybettiğimizin bir aynası.
Eskiden köyler, sadece toprakla değil, insanlıkla da yoğrulmuştu. Her sabah horoz sesiyle uyanan, erkenden işinin başına koyulan insanlar vardı. O zamanlar, emmiyle dayı bir arada yaşar, kardeşler birbirlerini her gün görür, komşuların kapıları hiç kapanmazdı. Bir tuz kalmadığında, ekmek eksildiğinde komşuya gidilir, hiçbir şey söylenmeden, gönülden gönüle bir paylaşım başlardı. Her şey sade ama bir o kadar da zengindi. Zira zenginlik, evlerin büyüklüğünde değil, gönüllerin genişliğindeydi.
O günlerde sobada pişen kuru çörek bile fakir sofraları şenlendirirdi. Bir parça ekmeği bölüp paylaşmanın, bir bardak çayı birlikte içmenin huzuru vardı. Kimse yoksulluğundan utanmaz, aksine, az olanı bile cömertlikle sunardı. Şimdi ise bolluk var, ama o cömertliği, o samimiyeti bulmak zor. İnsanlar birbirine yabancılaştı; komşuluk bağları koptu, kardeşlik ruhu yitip gitti. Evlerin duvarları yükseldikçe, kalplerin arasındaki mesafeler de büyüdü.
Eskiden koyun güder, kuzu bakar, imece usulüyle işler yapılırdı. Birinin derdi hepimizin derdiydi. Bacası geç tütse komşunun, merak edilir, kapısı çalınır, hali hatırı sorulurdu. Şimdi ise kimse kimseyi umursamıyor; evlerde ışıklar sönse, insanlar günlerce görünmese bile fark eden yok. Kalpler o kadar meşgul ki, en yakınlarımız bile gözümüzden uzak.
Köydeki gençler, büyük şehirlere göç etti. Geriye sadece birkaç yaşlı kaldı. Onlar da hatıralarıyla, eski günlerin özlemiyle yaşıyor. Oysa eskiden köyde yaşam bir başkaydı. Kış geldi mi, kar yağar, damlardan su damlardı. O kar sadece toprakları değil, gönülleri de beyaza bürürdü. Şimdi kar yağsa bile o eski huzuru bulmak zor. Yağmur ya da kar, sadece toprağa değil, insanın yüreğine de dokunmalıydı.
Eskiden sabahın erken saatlerinde kalkmak bir erdemdi. Horoz sesiyle uyanır, güneş doğmadan işlerimize başlardık. Şimdi ise kimse erkenden kalkmıyor, zaman bir şekilde geçip gidiyor. O eski günlerin telaşı, birlikte çalışmanın, üretmenin hazzı kayboldu.
Hayat değişti, insanlar değişti, ama eski günlere dair özlem hiç eksilmedi. Belki de o zamanların kıymetini en çok şimdi anlıyoruz. O sıcak sohbetleri, paylaşmayı, dayanışmayı, komşunun derdini dert edinmeyi yeniden bulur muyuz bilinmez. Ama o günleri hatırlamak, yüreğimizde bir yerlerde hep sıcak kalacak bir anı bırakıyor. Bize sadece güzel hatıralar değil, aynı zamanda nasıl insan olacağımızı öğretiyor.
Bugün, o eski köy yaşamını geri getirmek belki mümkün değil. Ama o günlerdeki insanlık, dayanışma ve paylaşım ruhunu yeniden diriltmek, hayatımızı yeniden şekillendirmek için elimizde hala fırsatlar var. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanlığın asıl özü; dostluk, komşuluk ve gönül zenginliğidir. O günlerin özlemi, belki de bize sadece geçmişin ne kadar kıymetli olduğunu değil, aynı zamanda geleceğimizi nasıl şekillendirmemiz gerektiğini de hatırlatıyor. Çünkü hayat, sevgiyle ve birlikte paylaşıldığında gerçek anlamını bulur.