Tasavvuf ehlinin yaşadığı hikayeler, bizlere sadece ibretlik dersler sunmakla kalmaz, aynı zamanda manevi hayatımızı derinlemesine sorgulamamıza da vesile olur. Bu hikayelerden biri de, Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin dayısı Sırrı Sekati Hazretlerinin yaşadığı derin bir pişmanlık hikayesidir. Gönlümüzü ve zihnimizi aydınlatacak bu kıssa, bizlere gerçek anlamda takva sahibi olmanın ne demek olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin dayısı Sırrı Sekati hazretleri bir gün sohbeti anında talebelerine, “30 yıl önce dediğim bir ‘elhamdülillah’ yüzünden, 30 yıldır tövbe istiğfar ediyorum” deyince, talebeler şaşırdı, “Efendim bu nasıl olur?” diye sordular. Şöyle anlattı:

Dükkânların bulunduğu çarşıda yangın çıkmış, bütün dükkânlar; terlikçiler, örücüler, elbiseciler nerdeyse tamamen yanmış. Bunu bana gelip haber verdiklerinde, senin dükkâna bir şey olmamış dediler. Ben de gayri ihtiyari “elhamdülillah” dedim. Sonra kendi kendime, ‘din kardeşlerinin malı mülkü yansın, seninki kurtuldu diye sen hamdet, bu nasıl Müslümanlık’ diyerek çok üzüldüm, ağlayıp çok tövbe ettim.
Dükkânları yanan din kardeşlerime benzemek için, dükkânımdaki bütün malları fakir fukaraya dağıttım. 30 yıldır da tövbe ediyorum, hâlâ vicdan azabından kurtulamadım. Ben ölünce beni ıssız bir yere gömün, korkarım ki toprak beni kabul etmez, dostlarım arasında utanırım 
Sırrı Sekati Hazretlerinin bu kıssası, bizlere maddi kaygılardan ziyade manevi değerlere odaklanmamız gerektiğini öğretiyor. İnsanın kalbindeki niyetin, en küçük bir hatanın bile ne denli büyük bir vicdan azabına dönüşebileceğini gözler önüne seriyor. Bugün bizlerin de bu derin hassasiyeti ve gönül temizliğini örnek alarak, hem kendi nefsimizi sorgulamamız hem de çevremize karşı daha duyarlı olmamız gerektiği açıktır. Hayatın her anında, her sözümüzde ve her davranışımızda, Allah’a karşı olan sorumluluğumuzu hatırlamalı ve bu bilinçle yaşamaya gayret etmeliyiz.