Hayatım boyunca sanki her şeye yetişmek zorundaymışım gibi, pür telaş bir koşturmaca içinde yaşadım. Sanki her yerde olmalıyım, her şeyde bir izim olmalıymış gibi... Beni o anlık yarışa çeken duygularla, eksik kalacağımı düşündüm. Zamanla yarıştım, geçme şansım varmış gibi hızlandım, ama her seferinde yanıldım. İnsanlara güvenip, yanılmayı göze aldım; ne zaman incinse kalbim, bir şans daha verdim. Sayısız defa... Oysa yanılttıkça yanılttılar. Ve ben, en büyük yanılgıyı kendi içimde yaşadım; kendime mahcup kaldım. Başkalarını kazanırken, kendimi kaybettiğimi fark ettiğimde, çok geç olmuştu.
Hayatın akışı, çoğu zaman kendimizi bir koşturmaca içinde bulmamıza neden olur. Sanki her şeye yetişmek, her işi tamamlamak zorundaymışız gibi hissederiz. Oysa bu hızla yaşarken, en önemli şeyi, yani kendimizi ne kadar ihmal ettiğimizi fark edemeyiz. Zamanla, başkalarını memnun etmek adına yaptıklarımızın, aslında kendimize zarar verdiğini anlamak zorunda kalırız. İşte tam bu noktada, bir durup düşünmek gerekir: Bunca çaba kimin için, ne uğruna?
Zaman geçiyordu, ama ben bir türlü ona yetişemiyordum. Yanımda olanları kaybettim, her şeyle meşgul olurken, kimseyle tam anlamıyla olamadım. Bir de baktım ki, çocukluğum gözümün önünde dün gibi dursa da, çok gerilerde kalmış. Zihnimdeki güzel anılarla boğuşurken, aslında yılların beni nasıl yorduğunu anlamadım bile. Yorulmayı yaşam sanmışım, başkaları için verdiğim çabaların beni tükettiğini fark edememişim.
Bir ömrü, kendi ellerimle yerle bir ederken, bunun farkında bile değildim. Şimdi geriye dönüp baktığımda, pişmanlık ve şaşkınlık arasında bir yerlerde duruyorum. Kendi değerimi, kendime vereceğim önemi hep erteledim. Başkaları kazansın diye kendimi harcadım, oysa en önce benim, kendimi kazanmam gerekiyordu.
Bu hayat, sürekli bir koşuşturmadan ibaret değil; bizleri yorup yıpratan da o amansız yarış değil aslında, biziz. Çünkü bazen sadece durmak ve nefes almak gerekir. Kendimizi dinlemek, kalbimizi anlamak... Çünkü insanlar değişmeyebilir, hayal kırıklıkları da kaçınılmaz olabilir; ama asıl önemli olan, bizim kendimizle olan ilişkimizi iyileştirmemizdir.
Şimdi anlıyorum ki, yaşam sadece bir yarış değil. Kendimize değer vermek, kendimize zaman ayırmak da en az başkalarına gösterdiğimiz ilgi kadar kıymetli. Biz, iç huzuru bulmadıkça ne kadar koşarsak koşalım, o huzuru yakalayamayacağız. Bu yüzden her şeyden önce kendimizi sevmeli, kendimize bir şans tanımalıyız. Hayatın koşuşturması içinde kaybettiğimiz tek şeyin aslında kendi değerimiz olduğunu unutmayalım. Şimdi vakit, kendimizi kazanma zamanı.
Unutmayalım ki, bu hayat bize bir armağandır ve en önce kendimize karşı sorumluyuz. Kendi iç huzurumuzu bulmak, başkalarına verdiğimiz değerin de temelidir. Kendimize değer vermeyi öğrenmediğimiz sürece, ne başkalarını mutlu edebiliriz ne de kendimizi tam anlamıyla anlayabiliriz. Mevlana'nın dediği gibi, "Kendini bilen, Rabbini bilir." Önce kendimizi tanımalı, değerimizi bilmeli ve içimizdeki huzuru bulmalıyız. Hayat bir yarış değil, bir yolculuktur. Ve bu yolculukta en çok kendimizle barışık olmaya ihtiyacımız var. Kendinizi sevin, dinleyin ve unutmayın: Kendi ışığınızı yakmadan başkalarına ışık olamazsınız.