Toplum olarak birçok değerimizin sarsıldığı, bireyselliğin ön planda olduğu bir çağdayız. İnsanlar artık başkalarına yakınlaşmayı, merhamet ve sevgi gibi değerlerden çok çıkarlarına dayandırıyor. Bu çıkar odaklı ilişkilerde, samimiyetin yerini menfaat, dostluğun yerini ise maddi veya manevi kazanımlar almış durumda. Farabi’nin şu sözleri, bu durumu oldukça iyi özetler: “Kendi menfaati için her şeyi görmezden gelen insanın varacağı yer hüsrandır.” Gerçekten de böyle. İnsanlar, sadece çıkarlarına odaklanarak yaşadıklarında, eninde sonunda yalnızlık ve tatminsizlikle karşı karşıya kalır. Çünkü çıkarlarla kurulan her ilişki, bir gün yıkılmaya mahkumdur.
Günümüzde birçok insan, başkalarını sadece eleştiriyor, ama bu eleştiriler genellikle yapıcı olmaktan çok uzak. Ne yazık ki, bazı insanlar hiçbir olumlu şeye dahi takdir göstermez. Bunun nedeni ise onların doğasında yer alan bir eksikliktir; olumluya yönelmek, takdir etmek, bir insanda karakter ve ahlaki olgunluk gerektirir. Gerçek bir karakter sahibi insan, düşmanı bile olsa doğruları kabul eder. Eğer bir yanlış varsa, en yakın dostu dahi olsa o yanlışı çekinmeden dile getirebilir. Bu, adaletin ve vicdanın bir gereğidir. Ancak çıkar uğruna gerçekleri göz ardı eden birinin eleştirileri, ne kadar sesli olsa da anlamsızdır. Rasyonellikten uzak bir zihnin eleştirileri, boş bir yankıdan başka bir şey değildir.
Menfaatin Gölgesinde Adalet ve Vicdan Kaybı
Çıkar odaklı ilişkiler sadece maddiyatla sınırlı değildir. Manevi çıkarlar, insanın çevresine yaklaşımını şekillendiren önemli bir faktördür. Bir insan, hoşuna giden kişileri kayırarak, onların hatalarını görmezden geldiğinde, aslında adaleti ve vicdanı hiçe saymış olur. Menfaat sadece para ya da maddi kazanç değildir; aynı zamanda bir kişinin kendini daha rahat hissettiği çevreyi tercih etmesi, objektiflikten uzaklaşarak doğruya sırt çevirmesidir. Bu tür davranışlar, toplumsal adaletin zedelenmesine neden olur. Böyle bir ortamda güven, dürüstlük ve merhamet yok olur, yerini kişisel çıkarlar alır.
Bu noktada, ülkemize özgü olduğunu düşündüğüm bazı toplumsal dinamiklerden bahsetmek istiyorum. Yurtdışında yaşayan insanlarla konuştuğumda ya da onları gözlemlediğimde, genel olarak daha rasyonel ve objektif davrandıklarını görüyorum. Tabii ki her toplumda kötü insanlar vardır, ama bizim toplumumuzda sıkça rastladığım bir durum, kötü olduğu halde iyi gibi görünmeye çalışanların varlığıdır. Bu kişiler, çıkarlarını korumak adına sahte bir maske takarak toplumu yanıltırlar. Gerçek yüzlerini göremediğinizde, size zarar verebilirler ve toplumsal dinamikleri olumsuz etkilerler. İşte bu, insanı en çok üzen durumlardan biridir.
Kötülük Ölümden Daha Hızlı Koşar
Sokrates’in de dediği gibi, "Kötülük, ölümden daha hızlı koşar." Bu ifade, kötülüğün hızla yayılma eğiliminde olduğunu ve toplum üzerinde nasıl etkili olabileceğini mükemmel bir şekilde özetler. Eğer kötülüğü durdurmak istiyorsak, iyiliği teşvik etmeliyiz. İnsanlar iyi olmaya teşvik edilmedikçe, kötülük hızla yayılmaya devam edecektir. İyi olmak zorundayız; toplumu, ahlakı ve değerlerimizi korumak için iyiliği ön planda tutmalıyız. Kötü olmayı seçenler içinse yollar her zaman açık olabilir, ancak biz onların yolunu takip etmek yerine iyilik yolunda yürümeliyiz.
Herkesin kalbinin ekmeğini yiyeceği bir gün elbet gelir. Doğru yolda yürüyen, er ya da geç bu yolda karşılığını bulacaktır. Çıkar uğruna kurulan ilişkiler, eninde sonunda çöker. Çünkü çıkarlar geçici, değerler ise kalıcıdır. Bu yüzden, insanın iç dünyasında adalet, dürüstlük ve merhamet olmalıdır. Kötülüğe kapılmadan, iyiliği yücelterek yaşamalıyız. Her şeyin sonunda, herkes hak ettiğini bulur.
Mevlâna’nın öğüdüyle bitirecek olursak:
“Dünya üç gündür: Dün, bugün ve yarın. Dün geçti, yarın meçhuldür, öyleyse bugünü iyi değerlendir.”
Bugünü iyilikle, merhametle ve doğrulukla yaşamak, bize hem iç huzuru hem de kalıcı bir mutluluk getirecektir. Çünkü bugün, tüm değerlerimizin sınandığı gerçek bir aynadır.